10 Ağustos 2012 Cuma

S/Y OREA Finike-İstanbul yolculuğu - 17 Temmuz 2012 – Salı



Aslında planımıza göre bu akşam Bodrum’da olmalıydık.  Gündoğan’ı zorlayacaktık, ben de hem bebelerimi görebilecek hem de bizim koya tekneyle girme fantazimi gerçekleştirecektim.  Ama maalesef olamıyor.  Neden mi?
Öncelikle önceki günkü seyir herkesi ciddi yıprattı, bu seyirlerde kişilerin tek tek değil grubun toplam fizik ve moral kondisyonunu gözetmek lazım.  Her ne kadar ben fiziksel kondisyon sevyesini yukarı çeksem de genelde ciddi yorgunluk hakimdi.  Hani ben de kasayım gideriz desem bu sefer bir gün sonra benim de haşatım çıkardı.  Ayrıca teknede yapılması gereken onarımlar vardı, bunun için ne malzeme ve en önemlisi de dışarıdan nasıl bir yardım gerekeceğini şu anda bilemiyorduk.  Eğer Ayvalık hedefine ulaşmak istiyorsak hidrofor onarılmalıydı.  Yatağın zaten mutlaka onarılması gerekiyordu, hepimizin moralini çökerten bir görüntü vardı kabinde.  Ayrıca mazot ve nevale alışverişi de gerekiyordu.  Yine 3-4 gündür duş yapamamştık,  insan bir su dökünmek istiyor.  Bu sebeplerle rotayı Palamutbükü yerine Datça olarak belirledik.  Arada Simi kanalında güzel havayı yakalamışken ilk kez ana yelkenimizi de açtık ve nefis bir yelken seyri yaptık.  Hakikaten teknenin yelken seyri ve dengesi de müthiş.  Çok büyük bir cenoası olmasına (~%150 falan) rağmen orsaya da çok iyi giriyor. 
Öğle saatlerinde Datça’ya vardık.  Sinan Cankut kardeşimiz bağlantılarını kullanarak bize belediye limanında yer ayarladı, demir atıp kıçtan kara olduk.  Elektriğimiz ve suyumuz bağlandı.  Liman görevlileri çok yardımcı ve güleryüzlü.  Tam soluklandık falan derken yanımıza bir tekne bağlandı, baktık Gezgin Korsan bayrağı.   Gökhan Yurtsever ailesi ile birlikte tekne kiralamış.  Onunla da hoşbeş ettik.  Malum duş, WC gibi sorunlarımız mevcut.  Datça şehir merkezinde de bunları gidermek zor.  Ayrıca yorgunuz biraz.  Bu sebeple bu geceyi bir otelde geçirmeye karar verdik.  Yemek sırasında ilanlardan Mehmet Ünsalan ağabeyimizin resim sergisi açtığını gördük.  Sergi bir otelin altında, gittik ama akşama doğru açacakmış.  Otel de gözümüze güzel gözüktü 3 adet odayı tutuverdik.  Görmemişler gibi de daldık odalara duş, klimaaltındadurupohhbbeeeedeme ve hafiften kestirme ihtiyaçlarımızı giderdik.  Arada Mehmet Ağabeye de uğrayıp hayırlı olsun dedik, nefis resimleri gördük, güzel muhabbet ettik.  Sonra akşam yemeğimizi, nevale alışverişini, mazot takviyesini ve en önemlisi de yatağın tamiratını hallettik.   Bunun için öncelikle şişme su tankının boşaltılması gerekiyordu ve hidrofor çalışmıyordu.  Neyse ki ayak pompası da vardı, bir şekilde suyun bir miktarını tahliye ederek su tankını mıncıklanır hale getirdik.  Tankı deli bağlar gibi bağladık ve üç kişi ittire kaktıra yatağı yerine taktık.  Sallan yuvarlandan tekrar aynı duruma gelmemesi için baş iyice sağdan soldan vidaladıktan sonra eskisinden bile sağlam oldu. Ama biz de bittik yahu, o sıcakta üç tane herif tekne içinde, püfffff...
Bu arada Ege’de fırtına var, söylemiş miydim?
Bu da bizi etkiliyor tabii ki, malum yatçılarda da her kafadan bir ses çıkar.  “oooooo, acayip hava var, 4-5 esiyor, sağanaklarda 6 bile gördük”.  Bunu diyen de 44 ft katamaran.  Ulen diyorum kendi kendime, aklımdan da bu sırada da bofor skalasını geçiriyorum, biz 4-5 esse de yelkene çıksak diyoruz İstanbul’da.  Ama Ege Yat Rallisi’nin 2-3 gün ertelendiğini ve teknelerin de Mikonos’da kaldıklarını öğreniyoruz, demek ki yukarılarda ciddi birşeyler oluyor.  Sabah 6’da uyanıp en geç 7’de yola çıkmamız lazım.  Hedef Bodrum.

Hiç yorum yok: